KASTAMONU, SİNOP (14-24 HAZİRAN 2017)

Bartın il sınırlarından Kastamonu il sınırlarına girdik. Memleket topraklarına ayak basmış olmak mutluluk vericiydi. Girer girmez %10-30 aralığında değişen yoğun tırmanışlar ve inişler karşıladı bizi. Bu arada benim aile büyüklerim de Kastamonu ve Sinop illerine yayılmış durumda. Özellikle Kastamonu'da bizi dört gözle bekleyen büyüklerimiz var. 

Bartın-Kastamonu sahil hattı

Kastamonu Cide'ye 15 dakika mesafede bulunan Gideros koyunda kamp yapmayı planlıyorduk. Gideros'a vardığımızda hava kararmak üzereydi ve yağış başlamıştı. Koyun olduğu kıyıya indiğimizde bir de ne görelim; tamamıyla işletme olmuş. Kamp yapılacak halka açık biryer kalmamış. Aynı zamanda hemen yanımızda Küre Dağları Milli Parkı'nın girişi vardı. Ne yapalım diye düşünürken önce Küre Dağları Milli Parkı’nda kamp kuralım dedik. Ancak sonra düşündük ki ayı mevsimi şimdi boşu boşuna riske girmeyelim. Küre Dağlarının girişinde, faaliyette olmayan bir güvenlik kulubesi çarptı gözümüze. Kulube adeta ahşaptan yapılmış bir sanat eseriydi. Aynı zamanda çatısı, pencereleri ve kapısı vardı. Geceyi geçirecek daha iyi biryer bulamazdık sanırım. Güzelce eşyalarımızı yerleştirip uyuduk. Ertesi sabah Cide’ye doğru yola çıktığımızda güzel insanlarla karşılaştık.


Küre Dağları Milli Parkı girişindeki güvenlik kulubesi

Gideros koyundan çıkıp Cide'nin sahiline varmamız yaklaşık 15 dakikamızı almıştı.  Cide'nin sahili öyle güzeldi ki günün büyük bir kısmını burada geçirdiğimiz için o gün akşam saatlerinde pedal basacaktık. Cide’nin ilk yokuşunu çıkarken şehri tam anlamıyla ayaklarınızı altına seren bir seyir köşesi vardı. Biraz da oradan tüm Cide’yi izleyerek iyice geç kaldık. İki arkadaşla muhabbet ettik. Kendileri askeri okulda okuyorlarmış. Şimdileri durumları vahim ve onlar da ne olacak bilmiyor. İyi insanlar, bürokrasiler yüzünden hiç oluyorlar.

Cide


Karanlık, tek şerit ve %10 eğimlere sahip yollarda Uğurlu Köyüne doğru ilerlerken güzel anlar yaşadık. Köye girmeden önce Rüzgar'la ilk defa canımız çay çekmişti ve biryerlerde durup çay demleyelim diye konuşuyorduk. Köyün hemen girişindeki çay ocağında oturan insanlar bize çay ikram etmeyi teklif ettiler. Çay ocağının hemen bitişiğindeki köy bakkalından da ekmek almak istedik ancak bozuk paramız olmadığını fark ettik. Bize ikram edilen çayları içerken zaten aynı masada oturduğumuz bakkalın sahibi abimiz, ücret almadan bize ekmek verdi.


İnsanların bu yaklaşımlarından ve misafirperverliğinden dolayı Uğurlu Köyü bizim için en güzel köylerden biridir bundan sonra. Yardımı ve paylaşmayı seven bir köydü. Ekmeği ve o güzel anıları heybelerimize doldurarak yola devam ettik.
Kamp yapmak için bir yerler ararken Çoban Kalesi diye bir tabela gördük. Ahhh işte bulduk en sevdiğimiz şeyi, kalede kamp yapmak bizim işimizdi sonuçta. Ancak indik indik bir türlü kaleyi bulamadık. Bölge heyelan bölgesi olduğu için sanırım kale de heyelan altında kalmış, ulaşamayınca geri döndük. Telefon da bu bölgede çok az çekiyor hatta bazı yerlerde servis yoktu.














































































Geceyi yol kenarındaki bir fındıklıkta geçirdik. Sabah erken kalkıp kiraz topladık. Karadeniz yolu boyunca meyve ağacçlarına ve hayratlara denk gelmemek mümkün değil. Yol boyunca heyelan bölgeleri, eğimli ve virajlı yollar bizi karşıladı. Normalde İstanbul’da 1 km %10 eğim tırmandığında ulaşmış olduğunuz irtifa 150-200 mt olurken, virajlı eğimlerde durum oldukça farklıydı. 3-4 km %10 eğim tırmandığınızda ulaştığınız irtifa 100 mt yüksekliği geçmiyor. Oldukça zevkli olan yokuşlar bir yandan sizi zorlarken bir yandan dönüp geriye baktığınızda karşılaştığınız manzara sizi motive ediyor.



Kastamonu'nun İnebolu ilçesine geldiğimizde şehir merkezindeki marketlerden o gece için makarna, çorba, sabah kahvaltısı içinse yumurta aldık. İnebolu'da geniş bir deniz kıyısı ve sahil boyunca sundurmalar yer alıyor. 
Deniz kenarında otururken yoldan geçenler bizi görünce "iyi yolculuklar" diyerek Karadeniz insanının samimiyetini birkez daha gösteriyorlardı. 
Geceyi deniz kıyısında, dalgaların sesi eşliğinde geçirdik.
Ertesi sabah yola koyulup Abana’ya doğru ilerledik. Yokuşlar artık azalıyordu. Batı Karadeniz’in yokuşları artık yerini yavaş yavaş sahil yollarına bırakıyordu.
İnebolu Abana arasında bir bölgenin çok yakın zamanda heyelandan çökmüş olduğu gördük. Bu bölgenin sorunu da bu işte. Su, rüzgar ve aşırı hava değişimleri yüzünden toprak yerinde durmuyor. Haliyle de üzerindeki yol da aşağıya doğru akıp gidiyor.

Şerife Bacı Anıtı

Kastamonu'nun Abana ilçesine geldiğimizde, yoğun güvenlik önlemleri ile karşılaştık. Abana Belediye Başkanı yakın bir zamanda vefat etmiş ve o gün cenazesi varmış. Bütün Kastamonu ilçelerinin belediye başkanları oradaydı. Bir sonraki durağımız Çatalzeytin ilçesi.
Çatalzeytin’e vardığımızda bir tanıdığımız olan Filiz ablanın marketinin önünde durduk. İçimden "bakalım beni tanıyacak mı" diye geçirirken "Veysel" diye seslendi. Meğerse o da bizi takip ediyormuş, acaba buralardan geçerler mi diye düşünüyormuş. Kısa bir muhabbetin ardından günlük rutin alışverişimizi yaptık ve Çatalzeytin ilçesinin girişindeki Kavak ağaçlarının denizle buluştuğu noktada kampımızı kurduk. Kamp kurduğumuz noktada bir hayrat vardı ve kamp ateşimiz için yerlere dökülmüş ağaç dalları vardı... Doğa bize tüm nimetlerini sunuyordu o bereketli topraklarda.

Çatalzeytin

Gece uzanmış sürekli ateşimizi körüklerken bir yandan da akşam yemeği sonraları yapmayı en sevdiğimiz kahve keyfini gerçekleştiriyorduk. Sonra telefonum çaldı, arayan kişi Türkiye’de bir çok motor sporları etkinliklerinin düzenlenmesinde önemli rol oynamış, Bekir abimizdi. O da Çatalzeytin'deymiş ve o gece kamp alanımıza bizi ziyarete gelerek hoş sohbetinden faydalanmamızı sağladı. Bize kamp ve motorsiklet tecrübelerinden bahsetti. Offroad yarış tecrübelerini aktardı. Çok ilgi duyduğumuz konular olduğu için can kulağıyla dinliyorduk.
Bu şekilde geçen muhabbetimizin ardından Bekir abimiz yanımızdan ayrıldı. Güzel muhabbeti için çok teşekkür ederiz.

Çatalzeytin Merkez


Ertesi sabah Atalarımızın yaşadığı Paşalı köyü, Yabu Mahallesine çıkmak üzere 18 km mesafede 770 mtlik bir tırmanış gerçekleştirdik. Hafif yağışlı, bol bol kamyon ve tırların olduğu tırmanışlı bir yoldu. Adeta küçük Soğanlı Geçidi gibi de diyebiliriz. Yol boyunca çılgın köpeklerle karşılaştık. Normalde köpeklere karşı oldukça anlayışlı ve pozitif yaklaşırım. Ancak bazı köpeklere karşı gerçekten sert olduğunuzu göstermeniz gerekir.

Yabu Köyü

Köye girdiğimizde dedem ve anneannem bizi heyecanla karşıladılar. Yaşlı kadın bizim için kendi elleri ile dutlar toplamış. En güzeli de tarhana çorbası hazırlamış. Karnımızı güzelce doyurduk. Geceyi burada geçirdik ve ertesi gün de burada kalmaya karar verdik. Bizim için mental bir mola yeriydi. Özlediğimiz doğanın içerisinde tekrar bulunmak hoşumuza gitti.


Bizimkiler =)
Sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yaptık ve dedemizle birlikte tarlada domuzların girdiği bir kaç çiti tamir ettik. 
Domuzlar köylünün düşmanıdır ancak onlar da yaşam mücadelesi veren canlılardır. Ne kadar vahşi yaşamdan kendimizi, mal ve mülkümüzü korumaya çalışsakta, onların da bizler kadar hakkı var bu nimetlerde.
Yani bir domuzun çitleri aşarak, bağa bahçeye girmesi, bir böceğin bitiklerin yapraklarını yemesi ya da bir kuşun kirazları yemesi düzenin bir parçasıdır. Onlar da yaşamaya çalışıyor ve aslında biz onlara bu imkanları sunarak iyilik yapmış oluyoruz.
O günün akşamında ertesi sabah yola koyulmak üzere tüm hazırlıklarımızı tamamladık.



Köylünün eli ayağıdır

21 Haziran günü Yabu Köyündeki büyüklerimizle vedalaşarak Sinop il sınırlarına girmek üzere yola çıktık. Ancak Çatalzeytin-Türkeli arasında denizi doldurma yöntemi ile genişletilen yol yapım çalışmaları sebebiyle oldukça zorlandık. O güne kadar turumuzun en kötü 10 kilometresiydi... Bu yol çalışması o hat üzerindeki deniz kıyısını tamamen ortadan kaldırmıştı. Belki de insanlar ilerleyen zamanlarda deniz kenarına gitmek istediklerinde karşılarında beton bloklar ya da bariyerlerle karşılaşacak. Oysa eskiden ne güzeldi, taşlıkların üzerinden rahatlılıkla deniz kıyısına iner, tertemiz suya dalardık... O hat üzerinde çok yoğun bir araç trafiği olmamasına rağmen insanların bu kadar geniş yollara karşı olan iştahlarına anlam veremiyorum... Bu sebepten dolayı yazımda Türkeli ilçesini hızla geçiyorum tıpkı bisikletimin üzerindeyken yaptığım gibi... 

Ayancık sahil

Ve Ayancık. Şirin bir sahil kasabası. Dolu dolu akan bir nehirin denize döküldüğü yerde kamp kurarak geceyi geçirdik.
Sinop'un şehir merkezine doğru ilerliyoruz ama önce sırasıyla Sazlıdere, İnceburun ve Hamsilos Koyu gibi yerleri görmek istiyoruz. Önce Sazlıdereye girdik. Oldukça güzel biryer. Su kaplumbağaları için geniş bir yaşam alanı sunmuş. 

Sazlıdere

Sonraki durağımız ise benim için çok değerli biryer olan, Türkiye'nin en Kuzey noktasında bulunan İnceburun. İnceburuna vardığımızda güneş batmak üzereydi. Biz de geceyi orada geçirmek için İnceburun deniz fenerindrn ve çevresinden sorumlu olan görevliden müsade isteyerek kamp kurduk. Türkiye'nin en uç noktasında Güneşi batıracaktık. Orada bulunmamız bizi heyecanlandırıyordu. Bir tadmin duygusu ve sakinlik yaşıyorduk...


Türkiye'nin en Kuzey noktası

Muhteşem bir gece geçirdik ve kamp alanımızı her zamanki gibi temiz bir şekilde bırakarak oradan ayrıldık. Hamsilos koyuna doğru ilerlerken arka jant tellerimden birinin koptuğunu fark ettim. Bunun sebebi ise bizim bozuk satıhlara, stabilize yollara, ormanların derinliklerine giriyor olmamızdı.




Bisikletin üzerindeki onca yükü de hesaba katarsak jant telinin kopması ya da bagaj vidasının kırılması gibi durumlar çok normaldi. Ancak bu bizim kendimizi alıkoyamadığımız bir zevkimizdi. Önce o bozuk orman yollarına gireriz. Sonucunu hiç düşünmeden o anı keyifle yaşar sonra günün sonunda oturur paşa paşa bisikletlerimizde oluşan aksaklıkları onarırız. Bu bizim için rutin bir döngü olmuştu.

Hamsilos Fiyordu

Hamsilos koyuna girdiğimizde herşeyi bir kenara bıraktık ve küçük çaplı yaktığımız ateşin üzerinde birer kahve yaptık. Sonra koyun keyfini çıkarmaya ve oluşumu üzerine muhabbet etmeye başladık. Tıpkı Cide'deki gibi günümüzün büyük bir kısmını orada geçirdik. Böyle yerlere geldiğimiz zaman biryere yetişme baskısı olmadan özgürce yaşıyor olabilmek çok değerli. Hamsilostan da ayrılarak Sinop'un merkezine doğru ilerliyorduk. Merkeze yaklaşınca bizi bir tırmanış karşıladı. Ve o tırmanışın ardından hayaller şehri Sinop'a inen hızlı bir iniş. İşte tam o esnada Rüzgar'ın zinciri koptu. Birgün içinde ikinca teknik arızayı vermiş olduk. Ama bunların hiçbiri bizim moralimizi bozmuyordu. Biz olaya şu açıdan bakıyorduk; arızalar sebebiyle de olsa fazladan geçirdiğimiz her an Sinop atmosferini soluyorduk. O problemi de hallettikten sonra çarşıya geldik. 

Sinop Merkez

Rüzgar da ben de Sinop'u hem doğal güzellikleri açısından hem de şehirleşme açısından çok beğendik. Sinop Kalesini geçince 150 mt ileride solda ufacık bir plaj vardı. Gece orada kamp yaptık. Tüm şehrin silüeti denize yansıyordu. Muhteşem bir görüntü... Ertesi sabah bir marketten alışveriş yapmak için durduk. Marketin hemen bitişiğindeki cafenin sahibi Osman Akkaya bizi mekanına davet ederek ikramlarda bulundu.



Kendisi de bisikletçiymiş ve tur planları yapıyormuş. Bu konu üzerine hoş bir sohbet gerçekleştirdik ve Sinop yarımadasının etrafını turlamak üzere oradan ayrıldık. Oldukça dik rampalardan çıktık. Deniz kenarında ama deniz seviyesinden yükseklerdeydik. Sağımız uçurum solumuz yemyeşil. Sanki bir İskandinav ülkesinde ilerliyorduk.




Ada turumuzu bitirdikten sonra Gerze'ye doğru yol aldık. Orada da bir gece geçirerek Sinop il sınırlarından Samsun il sınırlarına geçiş yaptık.

Sinop içimizde o kadar yer etmişti ki buruk ayrıldık.
Birgün Sinop'ta yerleşik hayata geçmeyi çok isterim...
Yolculuğumuzun devamı Doğu Karadeniz illerine uzanıyor. Farklı maceralar, farklı anılar ve farklı bir doğa bizi bekliyor.
Her geçen gün Dünyanın en tehlikeli dörüdüncü yoluna bir adım daha yaklaşıyoruz.
Hoşçakalın

Yorumlar